Büyüyen Elma

Thursday 17 December 2009

Kafa karisikligi + sayiklamalar


"What about me; when I'm overwhelmed by life and want to ease myself, what shall I do?!"

Hasta olmak gibisi yok. Ozellikle hastayken, gogusten gelen hiriltili oksuruk ve siddetli burun akintisi esnasinda ellialti adet reaksiyonla basa cikmanin bunyeye verdigi atesli his hicbirseyle olculemez. Bazen bikiyorum, cidden bikiyorum calismaktan. Ne icin calistigimi bilmiyorum, bende cevher var mi bilmiyorum, bende cevher var mi'dan daha onemlisi, bas koydugum projeden birsey cikacak mi onu bilmiyorum, ne zaman duze cikacagimi bilmiyorum. Bir yandan basimin agrisi ve bogazimdaki yanmayla, oksurukle bogusurken, silmekten derisi kuruyan burnum acirken, arada atesimin yukseldigini hissederken ve hocamin "think about your paper figures, see me tomorrow" lafini duyarken ama oksurmekten cevap veremezken, oglen yemegini kacirdigim icin yedigim dort kasik musli+yogurt, havanin gitgide sogumasi, daha iyiye giden hicbiseyin olmamasi ve herseyin daha da zorlasacagi gercegi...ulkeyle ilgili haberlerin boktanlasmasi ve ulkeyle ilgili umutlarin surekli tukenmesi, insanlardan tiksinmek, dunyayla ve ulkede olup bitenlerle ilgilenmek icin fazla mesgul olmak, olanlari yorumlamak icin gerekli birikime sahip olamamanin verdigi kisirlik duygusu, "daha cok kitap okumaliyim" tatminsizligi esliginde ortaya cikan "kendimi nasil ifade etsem" caresizligi. Dogru yere cizik atmayi bilmedigim icin resim yapamayisim, birseyler yazmayali on sene olmasi ve on senenin bir "writer's block" icin fazla uzun olmasi nedeniyle artik "yeteneksizlik"i kabullenisim, muzik konusunda sadece bir tuketici oldugum gercegi...Fotograf cekmeyi ogrenmek degil, fotografi gormeyi ogrenmek icin artik cok gec olusu, maalesef kendimi ifade etmekten yoksun oldugum bir alanda calismanin, bir cok sey icin artik fazla "specialized" olmanin getirdigi kayiplar...Zamansizlik, zaman oldugunda sadece kendini simartma yuzeyselligi...Universitedeyken giydiginden, sacindan basindan memnun olmak ama zaman azaldikca ne ustune basina ne de kiyafetlerine ozen gostermek...Belirsizlik...Grilik...Yorgunluk...Bir cok seyi ertelemek.


Foto-Ben.

Saturday 21 November 2009

Oksford.




Good judgment comes from experience.
Experience comes from poor judgment.


Oxford'a geleli 1 sene 4 ay oldu. Doktoraya baslayali da 2 sene 1 ay. Doktoramin ilk 9 ayini Oxted'de gecirdim, Marie Curie ise Oxted'e arabayla 15 dakika kadar uzaklikta, cayirin cimenin arasinda adeta bir "mezra"da idi. Annemler de benimle gelmislerdi, kalacagim ev enstitunun bahcesinde tek katli ve 100 yasindan buyuk bir kulubeydi, daha dogrusu burada cottage diyorlar, koy evi diyelim. Annemlerle evi temizlememiz, yerlestirmemiz ve ev tam anlamiyla doganin gobeginde ve cok cok eski oldugu icin eve yerlesmis bortu bocegi ayiklamamiz 10 gun aldi. Evin her yerinde tahtanin hava almasi icin gereken kucuk pencereler vardi ve bu pencereler yere cok yakindi, topraktan cikan her hayvan solugu benim evimde, yatak odamda, oturma odamda, banyomda aliyordu. Bu beni o kadar tuketti ki su anda bile doktoranin ilk 9 ayina dair yazmam gerekenler belki bilimsel acidan ne kadar yoruldugum sasirdigim ya da aydinlandigim olmaliyken tutmus bunu yaziyorum. Benim gibi bocekten tiksinen ve evde sinek bile gorse kendini isgal altinda hisseden bir bunye icin 9 ay tam bir iskenceydi. Nitekim Oxford'a tasinacagimiz haberini alinca o gunu iple ceker oldum. Oxford'u ziyaret etmemizden sonra ise buranin tam bir medeniyet besigi olduguna dair inancim artti, artik normal bir evde yasamak ve normal bir sehirde gezmek icin can atiyordum. Gecen sene Temmuz ayinda tasindim, enstituye yuruyerek 5 dakika uzaklikta, 5 odali, 6-7 kisiyle paylastigim bir eve. Doktoramla ilgili iz birakan anilarin birikmesi de tasinmamla ayni zamana tekabul ediyor zira tasinana kadar ben ve doktoram basbasaydik, yani dis dunyadan hic bir dusunce ve etki almiyordum, diger doktora ogrencilerinin sorunlarindan bihaberdim ve kendimi ozdeslestirebilecegim, sorunlari samimice konusabilecegim kimse yoktu. Oxford'da ise Pelin vardi, yani en azindan dusuncelerimi veya duygularimi normalize edebilecegim birisi...Tabi bir de transfer raporumu yazmaya baslama maceram var. Raporu yazdim ve sozluye girdim, gayet kendime guvenliydim, ne sorulabilirdi ki, butun sorularin cevaplarini biliyordum! Oysa hic de dusundugum gibi olmadi. Tam anlamiyla aptal durumuna dustum, adeta ben ortada duruyordum ve giden bir samar gelen bir samar cakiyordu, ben de bir ruzgar gulu misali tokadin yonunde donuyordum. Ne sorulara cevap verebildim, ne de projeyi aklimdaki gibi savunabildim. En fazla 2 saat surmesi gereken sozluden 3.5-4 saat sonra ciktigimda ICR binasindan yani South Kensington'dan Victoria otobus terminaline kadar yurudum. Otobuse bindigimde hala yanaklarim yaniyordu. Ilk defa "tutusmak" deyimini yasadim o gunden sonra, raporun duzeltilmesi icin ugras, didin, deney yap, figurleri duzelt, kontrolleri ekle, vesaire vesaire derken uzatilmis surede duzgun raporu verdim ve Mart ayinda transferim onaylandi...

Yaz basindan beri de baska bir gelisme hissediyorum, nedense daha elestirel dusundugumu, ya da projeye alternatif getirebilecegimi. Bunlarin bu kadar gec olmasinin nedeni benim her zamanki lanetim mi bilemiyorum. Gercekten birseyleri dusunmeye baslamam icin cogu seyin ters gitmesi gerekiyor, ya da hakikaten ben dusunmeyi sevmiyorum galiba. Dusunmeyi sevmemekten cok, "o zaman gelsin, bakariz" ciyim sanirim, ya da "simdi dusunmemin anlami yok, nasilsa sikisinca kafami yorarim"...Ya da daha vahimi "ne ters gidebilir ki canim!?"...Yine de danismanimin dusuncelerini icsellestirebildim sanirim, seminer dinlerken ya da bir konuya alternatif getirirken kafamda olusan sorulari ya da aciklamalari, bir firsatini bulup onunkilerle karsilastirdigimda ayni dogrultuda oldugumuzu goruyorum, yani belki butun karanlik noktalari aydinlatmiyor henuz fenerim ama onun feneri tuttugu yonle ayni yone tutuyorum fenerimi.


Bugun Cancer Open Day vardi bizim binamizda. Ben de gonullu olarak yer aldim, gorevli oldugum standda hamurdan hucre modelleri yaptik, standa gelen insanlara kanserde nelerin anormal calistigini, normal hucreyle kanser hucresi arasindaki farklari anlatmaya calistik. Hamurdan hucre yapmak isteyen hic bir yetiskin olmadi. Sanirim hamurla oynamaya utandilar, cogu insan standi cocuklari eglendirme standi zannetti...Insanlarin sorularina cevap verirken, "halka inmek" icin artik fazla uzmanlastigimi farkettim. Ve bundan hic zevk almadim, dili bilmek ama insanlarla konusamamak gibi, derdimi sadece sinirli bir topluluga anlatabiliyor olmaktan, benim bildigim kadar bilmeyen birisine anlatirken ise arada mutlaka birkac bilginin kaybolmasindan,a yrintilardan alinacak ogrenilecek seylerin yitmesinden rahatsizim. Bunun uzerine calismam lazim, annemlere ne yaptigimi anlatabilmek istiyorum. Standda calisirken cocuklari ozellikle bilinclendirmek istedik ama cocuklar henuz vucudumuzun hucrelerden olustugu gibi soyut bir fikri algilamaktan cok uzaklar. Hucre yapsinlar diye ellerine verdigimiz hamurlardan cesitli hayvanlar, arabalar yapip biraktilar, zira ilgilerini zaten 10 dakikadan fazla veremezlerdi. Gelen insanlar kanser arastirma vakiflarina bagis yapan ya da yakinlari kanser olan insanlardi ve tabii ki onlara kanserle ilgili kisisel dusuncelerimi soylemem mumkun degildi. Ancak 50 yil sonra belki kansere care bulunabilecegini, ama kanser tiplerini genellestirmenin cozum olmadigini, her insana ayri ayri olmasa da her farkli belirti molekulune (cancer marker) karsi terapiler gelistirilmesi gerektigini, kanserin dusunuldugunden cok daha kompleks bir hastalik oldugunu, sadece yediklerimize dikkat edelim sigara icmeyelim'den cok daha baska seyler gerektigini anlatmak mumkun degildi. Ben de en iyimser halimle standdaki gorevimi yaptim.


Labda calismayi seviyorum, zihnimi tam kapasite kullanmak beni heyecanlandiriyor, tatmin ediyor. Baska bir iste calismak istemezdim, baska bir ugrasi hayatimin ugrasisi yapmak istemezdim. Fakat sanirim doktora, sadece bu yaslarda yapilip bitirilebilecek bir sey. Biraz daha yasli olsam bedenim ve zihnim bu tempoya katlanabilir miydi emin degilim. Son; bir seye odaklanirken baska bir seyleri kaciran olmak istemiyorum. Onceligim doktorami yapmak, onceligim bilim, evet ama ilgilendigim diger seyler icin "doktora bitsin, yaparim" gibi bir dusuncem yok. Gayet daliyorum iclerine gozumu budaktan sakinmadan. Bir seylere ilgi duymak, ilgiden cok tutku duymak ( yakici bir tutku olmasa da olur, cok istemek yeterli), bunun icin zaman ayirmak...Hayata karsi istahi olmayan, yemeklerini istahla yemeyen, birseylere tutku duymayan insanlardan hoslanmiyorum. Tekduze, hep ayni seye tutku duyan insanlardan da hoslanmiyorum, zira o tek tutku bir sure sonra benliklerini kolelestirdigi halde farkina varmiyorlar. Eger isten ciktiktan sonra isle ilgili dusuncelerim bicak gibi kesiliyorsa yanlis iste oldugumu dusunurum. Eger yapmak istedigim seyler varsa, ama isim engelliyorsa isimin beni kolelestirdigini dusunurum. Bunun farkina varmayanlara da aciyorum.



Wednesday 18 November 2009

No woman, no cry (!)


"I am my own woman"- Eva Peron

Bugun bir uzayli, dunyamiza inse ve biraz televizyon izlese, zanneder ki dunyayi kadinlar yonetiyor. Oyle ki her programda kadinlar, gerek sunucu gerek izleyici/yorumcu olarak yer almakta. Fakat bunu izlerken aklindan bir soru gecmeli: erkekler nerede? Nerede olacaklar, dunya duzeni (veya duzensizligi) icin calismaktalar!!! Endustri devrimiyle beraber erkekler fabrikalarda calismaya baslamislardi, ve ekonomik duzenin oturtulmasi esnasinda aktif olarak soz sahibiydi erkek egemen isgucu. Fakat II. Dunya Savasi esnasinda cepheye giden erkekler nedeniyle olusan isci acigini kapamak icin kadinlar fabrikalarda calismaya, evi, dukkani, sehri cekip cevirmeye baslamislardi. Oyle ki paralar artik kadinlarin ellerine sayiliyor, en azindan mikro ekonomiyi kadinlar yonlendiriyordu. Ancak erkekler savastan geldikten sonra, islerine geri donmek istediler, duzenlerine donmek istediler. Oysa ozgurluge ve hesap vermemeye, kendi isini kendi gormeye alisan, fabrikalarda agir sartlarda da olsa calismaktan gocunmayan kadinlarin elinden ipleri almak zor olacakti. Kadinlari evlerine geri dondurmeliydiler. Bunun icin de televizyonun gucunu kullandilar. Yemek programlari, kadin programlari, kadinlara mutfaktaki mukemmel anne rollerini, dikis diken kocasini bekleyen, ev ekonomisine ancak ve ancak dikis dikerek katkida bulunabilecek cefakar kadin rollerini empoze etmek icin tasarlandi. Daha cok kadini eve baglamak icin kadinlarin fabrikalarda calisma nobet zamanlarina gore yayina sokuldular; sabahlari ve ogleden sonralari. Nitekim erkekler, kendi zihniyetlerini; kadinin yer almasi gereken ikinci sinif toplumsal rolu bicimlendirdiler ve yayina soktular. Reklamlarla, ozendirmelerle, modellerle avladilar. Bugunku kadin programlari, "kadinlari uyutma programlari" zihniyetinin bir parcasi.

Programlarda sunucu veya izleyici olarak yer alan kadinlar farkinda olarak ya da olmayarak, vasat kulturel degerleri gecerli kilmaya yardimci oluyorlar. Beyan edilen gorusler, toplumdaki ogrenim duzeyi yuksek kadinlarin zihinlerinin gerisine atmaya calistiklari ve ekonomik/sosyal ozgurlukleriyle asmaya ugrastiklari, ogrenim duzeyi dusuk kadinlarin ise her gun ailelerinden veya cevrelerinden duyduklari/gordukleri, yasadiklari kafesin parmakliklarini olusturan fikirler. Ornegin bir kizla bir erkegin arkadaslik etmesinin mumkun olmayisi, kizin namusunun lekelenmemesi gerektigi, kadinla bir erkegin nikahsiz halde ayni evde yasayamayacaklari, genc kizlarin ve yasini almis kadinlarin eger baslarinda bir erkek yoksa dikkatli davranmalari gerektigi, dul kadinlarin hayatinin zor olmasi ve insanlarin onlara ancak baska seyler dusunerek bakabilecegi, bir erkegin degisik giyinmesi veya degisik davranmasi halinde onu kadina benzeterek asagilamak, cinsel konular gectiginde utanmamiz gerektigi, evlilige fazla istekli gorunmememiz gerektigi (zira evliligin toplumun bilincaltinda "legal seks" olarak yer almasi), belli bir saatten sonra sokakta kalmanin garip ve bir cok tehlikeyi cagiran bir davranis oldugu...

Bir kadinin toplumda yer almasi, ya cinsiyetsiz oldugu sekilde, ya da asiri cinsi mesajla yuklenmis oldugu sekilde gerceklesebiliyor. Cinsiyetsiz olan kadin, sadece hak savunucusu veya bilirkisi rollerinde var olabilirken, cinsiyetini one cikaran kadin ne yaparsa yapsin daha once ovulen ve istahla izlenen cinsiyeti nedeniyle yerin dibine sokulabiliyor. Bu da cinsiyetin sadece, erkeklerin zevkine hitap ettigi surece ve kadinin varliginin tek amacinin zevk vermek oldugu temin edildikce erkek egemen dunyada guzel bir sey oldugunu gostermekte. Aksi halde, kadin hem cinsiyetiyle hem de baska seyleriyle one ciktigi zaman, yani varliginin amaci erkeklere kimbilir ne gibi bir zorluk cikarmak oldugu zaman, cinsiyeti yuzunden asagilanmakta ve ondan utanmasi saglanmakta. Oysa burda unutulan (veya cok iyi bilinen ve bu nedenle bu sekilde kullanilan) bir sey var, kadin cinselligi, sadece erkege zevk vermek icin var olan birsey degildir. Kadin, kendi icin de suslenip guzellesebilir, erkek icin de suslenip guzellesebilir. Onemli olan aynaya baktiginda kendini iyi hissetmesidir. Onunde etraftan rahatca gorunebilen iki adet meme ile, ve gozden kacmasi mumkun olmayan bir kalca yapisi ile kadin, cinselligi ile beraber yasar. Ve bununla ozgurce yasamak en dogal hakkidir, tipki erkeklerin penislerini gizlemeye gerek duymamasi ve bu nedenle utanmamalari gibi, kadin da varolan gorsel cinselliginden utanmamalidir. Oysa toplum, kadinin cinselligini yeri geldiginde asagilayarak, kadinin kendinden utanmasina neden olur ve kadinlik bilincini yok etme veya mumkun oldugunca azaltmaya calisir. Kadindan, sadece bir erkek tarafindan gosterilmesi istendigi zaman kadinligini ortaya cikarmasini bekler.

Foto- Pablo Picasso ve Brigitte Bardot.

Saturday 14 November 2009

Icimizdeki seytan

"The word believe is a difficult thing for me, I don't believe, I must have a reason, either I know or I think..."

Yasadigimiz dunya bir tane, ama dunyayi paylastigimiz insan sayisi 6 milyarin uzerinde, ve her bir insanin icindeki onyargilar, kaliplar da bir o kadar cok. Bizi yolumuzdan cikartacagina inandigimiz, kendine ait bir katakullisi oldugunu dusundugumuz, deger yargilarimizi ya da dusuncelerimizi degistirmesinden korktugumuz goruslerle savasiyoruz.

Oz yapimizi olusturan degerleri, onlar tehdit altinda kalana kadar farketmiyoruz belki de. Kritik anda ozdegerlerimize iyice bir bakip, ayrilma endisesi yasadigimiz icin sikica sarilip, "TEHLIKE!!!" alarmina geciyoruz. Birisi bize yillardir inandigimiz seyin yanlis oldugunu soyluyor, ama hayir: "Ben inaniyorsam yanlis olamaz". Belki de sorun bu. Inanmak. Inanmaktan cok dusunmek, dusunmek, uzerine dusunmek, evirip cevirmek gerekiyor. Bu noktada bilgisayarimda mevcut olmayan ama kesinlikle paylasmak istedigim, Carl Jung'un olum uzerine goruslerini iceren, ama aslinda baska bir cok prensibi de iceren bir video var. Bir bilimadamindan, bilimsel yontemlerle yasami birlestirmenin prensipleri. Link su:

http://www.youtube.com/watch?v=LOxlZm2AU4o&feature=related

Inanmak insanlari esir alan, onyargilarin acilip cozulup kaybolmasina engel olan yegane yeti. Evrimsel olarak icimizde bulundugunu dusunenler var. Nasil kurtulabiliriz bu illuzyondan? Leonardo da Vinci, tecrubeyi savunur ve "insani yaniltan tecrube degil, ona yukledigi anlamlardir" der. Yukledigimiz anlamlar, icimizde inandiklarimizdan olusan kucuk baloncuklardir ve her ne kadar hafif ve seffaf gorunseler de en basit, anlasilmasi en kolay gercegi bile ortmeye, agirlastirmaya yeterler.

Dusuncelerimizi degistirmekten korkmak, her alternatif gorusu "beni alt etmek istiyorlar" diye karsilamak, bizi ne kadar gelistirebilir? Ahlak, etik degerler, kime ve hangi duzene ait? Hangi zamana ait? Icimizde eger bize, yargilarimizin saglamasini hayat akisinda yapmamizi ve eger ise yaramiyorlarsa degistirmemizi soyleyen bir seytan varsa, onu niye suclayalim?


Foto: Reuters-MILANO- 63 yasindaki Italyan rahip Cesare Bonizzi, Fratello Metallo (Metal Kardesler) adli grubunu solistligini yapmasinin ardindan buyuk une kavusunca bunun "seytanin isi" oldugu kanisina vararak heavy metal kariyerine son verdigini acikladi.


Search This Blog

Followers